Bumerang - Yazarkafe

26 Ekim 2011 Çarşamba

Sürekli spor izleyen anne...

Tabi ki her gece dizi izleyen anneden kat kat daha iyidir ama gariptir işte :S Bir insan bu kadar voleybol maçı bağımlısı olur mu aklım almıyor walla. Avrupa Şampiyonası olduğunda tüm ülkelerin sporcularını ezbere sayabiliyordum sayesinde. Şu anda da basketbol maçı açık ama iş voleybol, basketbolla sınırlı kalmıyor kiiiii. Güreştir okçuluktur bunları bile izliyor yaaaa!!! :S Hele Dünya Atletizm Şamp. falan varsa 30-40 küsür dakika da olsa mal gibi 10000 metre yarışlarını dahi izliyozz pofff...Bu eve ikinci TV almanın zamanı geldi de geçiyor galiba, ben bi fiyatları araştırayım.

18 Ekim 2011 Salı

Romania Dream :P

Evet evet yanlış duymadınız. Şimdi de Romanya'ya gitme hayallerindeyim. Özellikle başkentinde bir cacık olmadığını çoğu kez okudum ama şu an Romanya için yaptığım projelerden dolayı Romanya ile aramda çok enteresan bir bağ oluştuğunu farkedebiliyorum :P Artık bir uğramam, bu ülke halkı ile bütünleşmem lazım. Hiç bir ülke vatandaşı onlar için bu kadar uğraşmamıştır heralde :) Şu anda mesaide olduğumu belirtsem bu durum daha anlaşılır olur sanırım. Neyse burdan Romanya halkına sesleniyorum. Ne yapsalar hakkımı ödeyemezler ama en azından vize işlemlerinde, kalacak yer vb. gibi konularda bana yardımcı olabilirlerse, gönül borçlarını fazlasıyla öderler. ve Romanya!!! Sen herşeyin en iyisine layıksın :S :P

16 Ekim 2011 Pazar

Bir pazar mesaisi ve yine ben !!!

Artık haftanın günlerini iyiden iyiye şaşırmaya başladığımı hissediyorum. 3 haftadır her pazar şirkete gelip çeşitli projeler için test desteği vermekteyim ve bu durum uzun bir süre bu şekilde devam edeceğe benziyor. Ama çalışmayı seviyoruuuuuuuz (!) :P ve mesaiyi eğlenceli hale getiriyoruz tabi ki de. Şirketin networkünde fizy, lastfm gibi pek çok site kapalı, bu yüzden şarkı dinlemek için en güzel yöntem ipod, mp3, vb... Ben de Kasabian'ın son albümü "Velociraptor" ü mp3 playlistime ekledim.  "Days are forgotten" şarkısı zaten beğenerek dinlediğim bir parçaydı(albümün ikinci hiti oluyor kendisi ve çok acayip bir videosu var) diğer parçaların da güzelliğini keşfetmiş oldum. "Goodbye kiss" ve "Re-wind" beni benden aldı şu anda. Sonuç olarak alternative rock seven kişilerin bu albümü dinlemelerini kesinlikle öneriyor ve herkese benimki gibi bol müzikli bir pazar diliyorum :P:P

11 Ekim 2011 Salı

Acayip Ada Mykonossss :)

Yunanistan gezimizin 2 gece 3 gününü Mykonos'ta geçirdik. Varmadan önce adayla ilgili kafamda bir ton fikir vardı. Gay adası, parti mekanı gibisinden. Gerçekten de bu düşüncelere çok zıt bir manzarayla karşılaşmadım. Eğlence isteyen birisinin hayatında gidip görmesi gereken yerlerin kesinlikle başında geliyor. Tabii yazın gitmek gerekir, kışın beach party, deniz sefası hak getire...

Hostelworldden rezerve ettiğimiz sevgili hostelimiz Paraga Beach Hostel'e gitmek üzere limandan kalkan servise bindik. Servise binen tipler de çok bombaydı doğrusu. Boyunlarına kadar vücudunun her tarafı dövme olan 2 adam, 3 gay kılıklı genç, vb. Aralarındaki tek normal kişiler latin oldukları her halinden belli bir kız bir erkekti. İçime doğdu, Cihan'a "Görürsün, biz bunlarla aynı odada kalcaz" dedim. Gerçekten de öyle oldu. Kızın adı Maria Elena Arjantinli, oğlan da David, İspanyol. 8 kişilik odada kalmıştık. Odadaki diğer kişiler arasında Avustralyalı iki kız daha vardı, başka da kim varsa hatırlamıyorum. Bu Arjantinli 3 aydır Avrupa'yı dolaşıyormuş. Nasıl imrendim doğrusu anlatamam. Daha da dolaşcakmış, bak seen :)
İlk günü, hostelimize adını veren Paraga beachte güneşin ve denizin tadını çıkararak geçirdik. Alex, adaya gelmeden önce, sahilde ve hostellerde çalışan kişilerin kabalığı konusunda bizi uyarmıştı. Gerçekten de dediği kadar varmış. Bize pek bi yamuk yapmadılar saolsunlar ama bazı turistleri çileden çıkardılar. Akşama doğru ada merkezine gittik, çarşıda dolaştık. Ada zaten çok turistik olduğu için bir sürü dükkan, hediyelik eşyacı, restaurant vb. var. Ama bu restaurantlarda oturup yemek yiyemedik tabi, en az 20 euro. Gece de önce Tropicana Beach'e sonra da Pradise Club'a gittik. Tropicana almış başını gitmiş resmen, o ne dur durak bilmez eğlencedir !! Çılgın adamlar slip mayo ile ıslak ıslak dans ediyordu :P Herkes kudurmuş gibiydi ama bu gördüklerimiz daha hiçbir şeymiş sonradan anladık :P Paradise club'ta Cihan uyudu !!!! =) Eee sabahtan beri uyumamışız bi de denizin yorgunluğu var tabii =) Ben de biraz yorgun olduğum için mekanda fazla duramadık. Gece 2 gibi son otobüslerle önce merkeze sonra da ordan Paraga hostelimize gittik.

Ertesi gün, hostelimizde kahvaltımızı yaptıktan sonra, Avustralyalı kızlarla Paradise Beach'te buluşmak üzere sözleştik, ama hedeften baya şaştık, değişik yönlere doğru gittik =) Yolda önce bizim iki dövmeliyi gördük selam verdik kankalara.. Baktık yol erkanımızı kendi başımıza bulamicaz iki zenci satıcıdan yardım aldık. Ay meğer ne salakmışız, paradise resmen Paraga'nın dibindeymiş. Dağları taşları deldik varabilmek için :) Neyse ki ada o kadar da büyük değildi :) ve çok geçmeden plaja vardık. Mojitolar eşliğinde yine deniz kum güneşin tadına vardık. Saat 4-5 gibi olduğunda da dansçı kızlar podyuma çıktı. Bir süre sonra da ünlü djleri Sasa( fili dışında tamamen çıplak :)) sahne aldı :P Tüm sahil cemaati gaz şarkılar eşliğinde koptu. İki gayin dansı beni benden aldı :) Bu arada Sasa ile fotoğraf çekildiğimi de belirteyim :P Hemen önümüzde acayip eğlenen İtalyan bir grup vardı, bu gruptan olan mavi slip mayolu bir adam baya azgın görünüyordu. Her kızla dans etme niyetindeydi :) Bir de baktık bizim Arjantinli arkadaş Maria Elena'yı almış kollarına, gayet seksi dans ediyorlar. Zaten bir süre sonra öpüşmeye başladılar :) İspanyol çocuğa yazık oldu diye kendimize dert edindik :P Denizden çıktığımız için haliyle üstümüz başımız tuzluydu, eğlenceyi doruk noktasında bıraktık, hostele gidip yıkanıp tekrar geri döndük ama biz dönene kadar ne Sasa kalmıştı, ne de gay dansçılar. Slip mayolu İtalyan halen dans ediyodu o ayrı :) Bir ara bana da bakar oldu, hemen kafamı çevirdim :P

Sonra tekrar merkeze gittik, Yunan arkadaşlarımıza ve Türkiye'deki sevdiklerimize çam sakızı çoban armağanı bir kaç hediye aldık. Herkes Paradise clubta eğlenmeye giderken, gece 2 de sonlanan otobüs seferleri saolsun biz hostelimizin yolunu tuttuk. Ertesi gün de motorsikletle kaza yapan Maria Elena ve David'i hurda ettikleri motorun parasını ödeme derdiyle başbaşa bırakıp Santorini feribotuna binmek için limana doğru yol aldık

9 Ekim 2011 Pazar

Veeeee Yunanistan =) Atina!! (Gezinin 1 ve 2. günleri)

Taaa Mart- Nisan aylarında kararlaştırdığımız büyük Yunanistan gezisinin zamanı gelip çatmıştı. 29 Ağustos pazartesi günü öğlen 4 te uçağımız Atina'ya havalandı. Havadayken görmüş olduğumuz manzaralar, adalar, bitki örtüsü bizi nasıl bir yerin beklediği konusunda az çok ipucu vermişti. Zaten Türkiye'nin Ege sahillerine benzer bir mekan olduğunu tahmin ediyorduk ama bu kadar da yazlık bir başkent bulacağımı düşünmemiştim doğrusu :)

Uçaktan iner inmez sevgili otelimizin yolunu tuttuk. Havaalanından şehre gidebilmek için metroya 7 euro baydık. Krizden dolayı ulaşımı da pahalılaştırmışlar. Yolda Yunan arkadaşlarım Eliza ve Chrysa'ya mesaj attım. "Bu akşam görüşüyoruz değil miiii?" Cevap:"Eveeeeet" =) Otelimiz Omonia Square denilen bir alana yakındı, bu yüzden Omonia durağında indik. Metro istasyonundan oteli bulmak çok kolaydı, ama yine de arkadaşım Chrysa'nın daha önce uyardığı üzere etraf pek de tekin tiplerle dolu değildi. Yerleşip dinlendikten sonra saat 8:30 da Monastiraki'ye gittik. Civarı dolaştıktan sonra 9:30 da Eliza ve Chrysa ile buluştuk =) Arkadaşlarımı çok özlemişim, uzun uzun sarıldık. Daha önce onları ziyarete gelen diğer Erasmus arkadaşlarımız Edward ve Elena'yı götürdükleri bir restauranta bizi de soktular ve Yunan kebabı "souvlaki" yi denememizi önerdiler. Biz de hayır demedik tabi ki =) Souvlakiler gelmeden önce küçük bir kasenin içinde yoğurt ve yine başka bir kasede fırında yapılmış ufak patatesler getirdiler. Patatesler yoğurda batırıldığında(aslında yoğurt- peynir arası bir şey) çok leziz bir tada sahip oluyorlardı =) Baya sevdim, aynı konsepti burda da uygulayacağım. Bu güzel yemeğin ardından kendimizi Atina sokaklarına vurduk tekrardan. Yoldaki takıcılardan bir şeyler almak istedim ama beğendiğim yüzüklerin 8 euro olduğunu öğrendiğimde uzadım :P Eliza ve Chrysa'nın önderliğinde Atina'nın barlar sokağı gibi bir yerine adım attık. Burada cafe-bar tarzı bir yere oturduk. Atina'da da İstanbul sokaklarında olduğu gibi, mekanlardaki oturulacak yerler hep dışarda. Gece bol bol ouzo içtik, meyve suyu ile güzel gidiyordu :) Bir süre sonra yanımıza Alex ve Chrysa'nın sevgilisi (Christo) da katıldılar. Geceyi Yunan alfabesi öğrenmeye çalışarak ve futbol konuşarak geçirdik. Bizim arkadaşların hepsi Panathinaikos'luymuş, bilmiyordum :)Hotele bir kazaya kurban gitmeyelim diye taksiyle döndük. 4 euro fln tuttu ya, gayet iyi yani :)

Ertesi gün Chrysa çalıştığı için kendisiyle sabahtan görüşemedik ama Eliza saolsun müzeyi ve Akropolis'i bir güzel gezdirdi. Müzeye Polonya öğrenci kimliğimi göstererekten bedavaya girdim:P Türkiye'deki arkeoloji müzelerinden de görmeye alışkın olduğumuz pek çok heykel, çanak, çömlek bu müzede de bulunuyodu :P Tarihe ve müzelere ilgi duyan bir insan olarak böyle eski eserlerle iç içe olmak kendimi iyi hissettirdi :) Yabancılar bizden nasıl Truva atı ve diğer bilimum değerli mirası çaldılarsa Yunanlardan da bir hayli heykeli götürmüşler. Yunan müzesinde olmayan ama şu anda British Museum'da sergilenen eserler varmış.

Müzeden sonra her tırmanışta bir fotoğraf molası vererek Parthenon tapınağına çıktık. (Bu sefer girişte öğrenci olduğum yalanını yutturamayıp 12 euro baydım :P) Tapınak, manzarası ve ihtişamıyla çok göz alıcı bir yapı, Atina'nın simgesi. Hikayesi de bir hayli ilginç. Millattan önce 500 yıllarında tamamlanmış ama hemen sonralarında Pers işgaline maruz kalıp zarar görmüş. Milattan sonra 5. yüzyıl gibi bir zamanda kilise, Osmanlı himayesinden sonra da cami olarak kullanılmaya başlanmış. Tamamen saçmalık yani, sonuçta tarihi bir eser, ne Hristiyanlık ne de Müslümanlıkla bağlantısı olmayan bir dinin, inancın simgesi. Neden illa İlahi bir dinle ilişkilendirmeye çalışılmış anlamadım ya neyse :) Parthenon'dan sonra Akropolis'in diğer taraflarını dolaştık, adını unuttuğum eski bir kiliseyi de içine alan açık hava müzesi gerçekten görülmeye değer. Bilmem kaç yıla tanıklık etmiş sütunlar, yapılar sanatsal bir görüntü oluşturuyor. Kendimi siz diyin Troy, ben diyim Spartacus setinde hissettim doğrusu :) Açık hava müzesinin sonlarına doğru olan bir başka müzeyi daha dolaştık. Müzenin diğer ziyaretçileri arasında çok şirin siyahi küçük bir kız çocuğu vardı:) Chrysa'nın küçük çocuklara olan aşırı sevgisi meşhur :) Küçük kızla uzun uzun sarıldılar, ben de bol bol fotoğraflarını çektim tabi :) Çok tatlı görünüyorlardı :) 

Tarihi çoğu yeri bitirip daha canlı ve merkezi taraflara yöneldik. Artık Syntagma Meydanı'nı görmenin zamanı gelmişti. Hani o garip kıyafetli Yunan askerlerinin, kıyafetleri gibi garip yürüdükleri meydan işte...Öncesinde Chrysa'nın dünyanın en pahalı caddesi olarak iddaa ettiği (ama Eliza'nın bu fikre katılmadığını belirtelim:P ) sadece mağaza barındıran caddede dolaştık (Ermou Street olması lazım) Sonra da askerlerle fotoğraf çekildik :)
Gece Eliza ve arkadaşlarıyla sahil kenarındaki bir clubta eğlendik. Alex'in isim günüydü, içim gitti ama tüm hesabı kızcağız ödedi :S Burada çat pat Türkçesi ile beni şaşırtan Nikos(sebebi ailesinin İstanbul'dan göç etmiş olması) ve Eliza'nın salak diyerek sürekli takıldığı Thanasis, bir zamanlar İstanbul'u ziyaret etmiş Maria ve bir süre sonra master ile İsviçre'ye gidecek olan Effie ile tanıştık. Ertesi sabah 7 de Mykonos'a feribotumuz kalkacaktı o yüzden otele geri dönme gereksinimi duymadık :) Eliza arabayla limana bıraktı, Mykonosla ilgili pek çok hayal ve merak içerisinde yola çıktık :P ama Atina'yı da beğenmiştik :)



Bumerang - Yazarkafe