Bumerang - Yazarkafe

25 Aralık 2011 Pazar

Fransa Günlükleri 6 - NancY ! :)

Fransa'ya kadar gelmişken bari aylardır görmediğim Erasmus arkadaşlarımı da ziyaret edeyim dedim ve bu amaçla 17 Kasım günü(doğum günümmmm !!! :))  Paris Gare de l'est istasyonundan sabah 9 Nancy trenine atladım. İtalya'da yapmış olduğum dikkatsizliği burada da yapıp biletimi validate etmeyi unuttum :/ Gerçi unuttum demek saçma çünkü bihaberdim. Bu durumda önceden araştırmam gerekirdi, evet. Her neyse bilet kontrolcüsünü kafalamayı başardım bu sefer :) Nancy'e 1 saatlik tren yolculuğunun ardından vardım, vardığımda tren garında Dany karşıladı beni :) Çok özlemişim arkadaşımı yaa. Dany, Erasmus arkadaş çevremizdeki en sosyal en sempatik insandır. Kendisiyle Tatrzanska Yurdu'nda beraber kalıyorduk. Yurdun bahçesinde yaptığı barbeküler, çikolatalı muzlar unutulacak gibi değildi :) Doğum günümü kutlamak amacıyla içinde Nancy'ye özgü şekerler barındıran çok şirin bir kutu hediye etti. Sonra da Jeremie gelene kadar Nancy'deki belli başlı bazı binaları gösterdi. Jeremie Tatrzanska'da Dany'nin oda arkadaşıydı, müzik zevkimiz uyuştuğu için kendisini bilhassa severim :)


Şehir Paris'e kıyasla küçük tabi, ama binalar tamamiyle oraya özgü. Art Nouveau style deniyormuş buna. Ya da halk dilinde Gaudi tarzı :):) Şehir merkezinde bu tarzdaki tüm binaların fotoğrafını çektim. Bu iş hiç zor olmadı, zaten topu topu 10-15 tanelerdi. Dany'nin lisesini de görmüş oldum, hemen tren istasyonunun orda :) Binalar genelde eğitim- öğretim amacıyla inşa edilmiş. Matematik, fizik, müzik, hukuk hepsinin fakülteleri ayrı yapılarda. Jeremie'nin de gelmesiyle Stanislas meydanına gittik. Stanislas, Polonya-Litvanya kralı, Lorraine düküymüş. Kendisinin meydanda bir de heykeli bulunuyor, önünde fotoğraf çekilmeyi es geçmedik tabi ki :)Sonra da Fransa'daki en yaşlı şempanzeyi görmek üzere bir parka gittik :) Parktta ufak bir hayvanat bahçesi vardı ve içinde tavşanlar, geyikler de bulunuyordu. Bir kaç hoş fotoğraf çektim, ardından yağmurun da etkisini göstermesiyle bir bara oturalım dedik. Götürdükleri barda binlerce çeşit bira vardı. 10 tane farklı çeşit bira söyledik. İçtiğim biralardan isimlerini hatırladıklarım; Leffe, Faro, Guinness...Bira şişeleriyle pek çok foto çekildikten sonra Jeremie yanımızdan ayrıldı. Hastanedeki dedesini ziyaret etcekmiş. Biz de Dany ile öğle yemeği yemek üzere "Street of food" olarak tabir ettikleri caddeye gittik. Tipik bir Fransız restaurantından içeri girdik. Yemeklerin fotoğraflarını çekerken yan masadaki kadın "Ay benim küçük çocuğum da böyle yemekleri çekiyor" diyerekten benle alay etmiş, Dany translate etti..:S Ya sabır çekip ben lezzetli kaz ciğerimi bitirdim. Ardından da süper bir tatlı geldi bana ama midemde yer kalmadığı için arkadaşıma takdim ettim.

Yemek sefasından sonra Dany bana Nancy t-shirtü alma konusunda ısrar etti. O sırada bu isteğe bir anlam veremiyordum ama görünce jeton düştü. I (L) NY gibi ama I (L) NancY yazıyor aslında (anc harfleri görülemeyecek kadar küçük :)) Bu esprili t-shirt de aslında Jeremie'nin bana doğum günü hediyesiymiş :) Nancy caddelerinde dolaşmaya devam ettik,  Art Nouveau style diğer evleri ve 14.yy'da inşa edilmiş ve hapishane niyetine kullanılmış kapıyı (Craffe Gate) gördüm. Bu süre zarfında hep Dany'leydim, bir müddet sonra Jeremie hastane ziyaretinden geldi ve küçücük şehirde daha fazla dolanmanın gereği kalmadığını düşünerek bir Irish pub a oturduk. Nancy tamamiyle öğrenci şehri diyebilirim, o yüzden fazlaca öğrenci mekanı var. Bu bar da biraz öyleydi, yeni yetme tipler vardı içerde.Nancy'de bulunduğum gün şarap günü gibi bir şeymiş. Jeremie ile Dany şarap içti, ama ben 10 tane bira ve yemek eşliğinde içtiğim şaraptan sonra bari bir tane daha almiyim dedim ve sıcak çikolataya kaldım. Barın altında bilardo salonu vardı, b sini bilmediğim bilardoyu oynamaya ikna ettiler. Sopayla toplara o kadar komik vuruyordum ki hatta çoğu zaman ıskaladım :S Bariz bir şekilde deliğe sokulabilecek topları yerleştirdiğimde bile seviniyordum :D 3 kişi olduğumuz, ben de çürük olduğum için önce Jeremie ile sonra da Dany ile aynı takımda yer aldım. Her seferinde de Jeremie kazandı, genç tam bir bilardo şampiyonu :):) Zaman ilerledikçe iyice ısınıp doğru düzgün oynamaya başlamıştım. Hatta zaman o kadar ilerlemişti ki az kalsın 6 daki Paris trenimi kaçıracaktım. Koşa koşa gara gittik. Uzun bir aradan sonra arkadaşlarıma kavuşmuş olmanın verdiği tatmin ve mutluluk hisleriyle beraber ışıltılı Paris'e yol aldım :)

23 Aralık 2011 Cuma

Fransa Günlükleri 4&5- Eiffele çıkış, Versailles Sarayı, Cartes Fuarı ve daha birçok şey :P

Biraz geç de olsa sonunda Fransa'da geçirdiğim diğer günleri yazmaya devam ediyorum. En son, gece eğlencesinden bahsetmiştim. Evet eğlendim, otelime döndüm ama otel ahalisini uyandırmam bir hayli zor oldu, 15 dk. dışarda beklemişimdir heralde :S Neyse sonunda yatağıma kavuştum, uyudum fln. Ertesi gün de sabahtan Ramada Hotel'e gittim. Eiffel Petit Louvre ile arasında pek mesafe olmadığı için bulmam kolay oldu. Resepsiyondaki adama rezervasyonumun çıktısını gösterdim. Adam hemen bir bakışta rezervasyonumun düştüğünü söyledi. İçimden "Müneccim misin nesin, nerden çıkardın bu sonucu" diye geçirdim ama dışımdan da söylesem olurdu heralde, bi halt anlamazdı. Ama rezervasyonu bana tekrar göstermesiyle anladım kiii adam haklı beyler..Ve de daha önceden kağıda hiç bakmadığımı anladım :P İlk rezervasyonumu, kalacağımız süre belli olmadan önce 12-17 Kasım diye yazmışız, ama otel masraflarımızı ödeyecek olan şirket sadece 15-17 arasını karşılayacağını belirttikten sonra rezervasyonu değiştirmeyi unutmuşum. Hadi ben bu yüzden gol yedim, ama Cem'in rezervasyon tarihleri gayet de doğruydu. Onunki neden iptal edilmişti ??Tam bu noktada devreye Türk insanının cin fikirliliği, açıkgözlülüğü giriyor demek yeridir heralde. Bizim rezervasyonlarımızı yapan aracı şirket, otel için hep bu tarz rezervasyonlar yapıyomuş ama ne gelen oluyormuş ne de giden. Tahmin edeceğiniz gibi vize mevzusu yüzünden. Biz de (gerçi ben değil, mal gibi tarihlerimi bile yanlış vermişim) bu şirketin kurbanlarından olduk. Hatta belki de firmanın rezervasyonu ile otele gelmiş ilk ziyaretçiler bile olabiliriz :P  

Fransa'da 4. günümüzde ilk gezi rotamız, daha önce tepesine çıkmak isteyip kuyruktan dolayı vazgeçtiğimiz Eiffel'di.Kuyruk muyruk sürecini hızlandırmak adına benle Cem önden gidip biletleri aldık(13,40 euro), Nesibeyle Işık da sonradan geldiler. Kulenin tepesine çıkmak için 2 tane asansör değiştiriliyor. Asansörler de bayaa insan alıyor yani. Tepedeyken bir sürü panaromik fotoğraf çektik. Donmamı engellemek için şampanya içtiğimi hatırlıyorum. Tepede ayrıca, kulenin dünyadaki bazı önemli şehirlere olan yönü ve mesafesi belirtilmiş. Başka da önemli bir şey olmadığını söyleyebilirim. Ama şansımıza ne sis vardı ne bir şey. Etrafı çok güzel gözlemledim ve Cem'in rehberliğinde tüm Paris'i keşfettim. "Şurasıııı Notre Dome!!!", "ha burası daaaa Sacre Coeur!!!" gibi :P

Eiffel maceramız burada sonlanmış oldu, yeni hedefimiz Versailles 'a varmak üzere numarasını hatırlamadığım bir trene bindik. Bizim Nicolas da bu civarda oturuyormuş ama evin tam adresini bilmediğimiz için kendisine uğrayamadık. Bu arada hazır Nicolascığımdan sözü açmışken ailesinden de hemen bahsedeyim. Arkadaşın annesi kemancı, babası flütçü, Paris Orkestrası'nda çalıyorlar.Kardeşi de şarkıcı olmak istiyormuş ama Nicolas bilgisayar mühendisi olmuş ne hikmetse :):) Whatever, biz yine Versailles'a dönelim. Esas durakta indikten sonra malum saraya varmak için hangi yöne gideceğimizi şaşırdık. Hemen yakınımızdaki öğrenci topluluğunun başında bulunan ve iyi ingilizce konuşacağını düşündüğüm bir öğretmeni gözüme kestirdim. Şansıma bir de ingilizce öğretmeni çıkmaz mı =) Sorumu öğrencilerin yanıtlamasını istedi, ama öğrenciler yine fransızca konuşunca dumur oldu ve kendisi cevaplamak zorunda kaldı =)=) Öğretmenin direktifleriyle sarayın yerini bulduk ama içine girmeden önce karnımızı doyurmamız gerektiğini düşünüp bir Pizzeria'ya uğradık. Favori yemeğim olan pesto soslu makarnayı aldım. Sonradan Ayça ve Turgay'ın da yanımıza gelmesiyle Versailles turumuzu başlatmış olduk. Gerçi kapısından geçmemiz bir hayli sürdü, zira en az 100-200 fotoğraf çekilmiş olabiliriz burada. Nesibe, Işık, Cem önden gidip, öğrenci kimlikleri ile sarayın içine girmeyi başarabilirken biz fotoğraf çekmekten dolayı onların gerisinde kalıp bari bahçeyi dolaşalım dedik. Bahçe de ne bahçeydi yahu!! Güzelim havuzlar, etrafında gayet şık heykeller.. Fotoğraf çekinmek için bin türlü kombinasyon denedim. Hatta bir havuzun en az 1 metrelik kenarına tırmanıp, başından sonunda yürüdüm :P Çılgın mıyım neyim :S Zaten resimde de minicik çıkmışım, atraksiyon pek işe yaramadı anlayacağınız :P Sarayın bahçesine ilk girişte genelde yeşil heykeller var. Ama asıl yerin merdivenlerden sonra karşımıza çıktığını söyleyebilirim: İçinde kuğularıyla çok güzel bir göl ve labirent gibi bahçeler...


Tarihi bir mekana gitmek için yanlış ayakkabı seçimi yapıp, topuklu giymiştim :S ( Arnavut kaldırımdaki taşların birbirinden daha ayrık olduğu versiyonu düşünün :S) Bu salaklık yetmezmiş gibi bir de atkı, bere, eldiven üçlüsünden herhangi birini yanıma almamıştım !! Dondum resmen... Saray gezisini bitirip de metroya oturduğumuz sırada ellerimi anca hissedebildim. Ayaklarımı ise hiç...Yeni mekanımız meşhur alışveriş merkezi La Fayette olacaktı. İçerisi gerçekten güzeldi. İlk katta paso kozmetik ürünler  diğer katlarda ise her türlü mağaza, kitapçı vb. vardı. Ama bizdeki alışveriş merkezlerinden farklı olarak özel bir yemek, sinema katı yoktu ve hiç kalabalık değildi. Adamlar; gezilecek, oturalacak çok güzel mekanları varken neden bir alışveriş merkezine tıkılsınlar değil mi?

Alışveriş merkezini de tarayıp bitirdikten sonra etrafta oturup sohbet edilecek şık bir cafe aradık ama bulamayınca bari akşamki yemekte buluşmak üzere otellerimize dağılalım dedik. Israrla ayakkabılarımı  değiştirmek istediğimi belirttiğimden, aslında milleti bu duruma biraz da ben zorlamış oldum. Ama napiyim, çok acıyodu ayaklarım :( Ücretini şirketin ödemesinin verdiği rahatlıkla taksiye bindik =) Otele vardığım gibi ayakkabılarımı değiştirdim ve düz ayakkabının verdiği hafiflikle bir ohhh çektim. Akşam yemeğimizi şirketimizdeki birim müdürleri + yöneticilerle Antrikot restaurantında yedik, ama antrikot değil somun yediğimi belirteyim :P Yemekten sonra da geçen geceyle aynı mekana eğlenmeye gittik. Cabaret diyebiliriz buraya. Ama şarkıcı sayısı bir hayli fazla, öyle ki bir gecede en az 10-15 kişi sahneye çıkıyordur. Çoğu zenci, hatta aralarında Pascal adında bir tane kırık da var :D:D Ama herifin sesi süper yaaa.. Yine de benim favorim adını hatırlayamadığım saçı 3 numara olan bayan. Mekanda bir bayanın doğum günü kutlanıyordu ve gelen konuklar kendi dillerinde "Doğum günün kutlu olsun" sözünü sahnedeki şarkıcıya söylüyordu. Şarkıcı da ne duyduysa aktarıyordu. Biz de baya büyük bir Türk topluluk olduğumuz için bizim dilimizde de happy birthday demesini istedik. Adama el attık, adam ne ayaksınız gibisinden yanımıza geldi.Sözcü olarak beni seçtiler."We wanted to say happy birthday in Turkish". Adam daha dinlemeden ok dedi ve gitti. Bu nasıl bir şeydir ? =)  Neyse bu üzücü olayı bir kenara atıp başka bir itirafta bulunayım. Ben de sahnede oynadım. Evet evet yanlış duymadınız. Pek de içmemiştim aslında, bir anda noldu bana anlamadım. Amaaaan bir daha mı gelcez Paris'e...:P

Ertesi gün fuara uğradık, yani Paris'e asıl geliş sebebimize :P Adamlar gayet güzel hazırlamışlar :P Şaka yapmıyorum, gerçekten beğendim. NFC ile ilgili pek çok ürün tanıtılıyordu. Özellikle dart oyunu çok ilgimi çekti. Kart basmak için kullanılan makineleri ve diğer malzemeleri gördüm :P Bir sürü vatandaşın kartını aldık, ama adamların asıl amacı bizimle iş bağlamak olduğu için pek de sallamadık doğrusu.:) Akşam da Vineeth ile beraber George V restaurantta( fişten ötürü hatırlıyorum :P) bir güzel yemek yediki hatta salyangoz bile denedim. :) Gecenin sonunda, yeni yaşıma arkadaşlarımla beraber Champs-Elysees'teki Haagen Dazs restaurantında girdim :):)

18 Aralık 2011 Pazar

Fransa Günlükleri 3 - Disney Land !!! =)

Paris'te 3. gün. Daha önceki günlerde planlarımızdan ve günbegün yapacaklarımızdan bahsederken "Pazartesi DisneyLand !!" diyip duruyorduk ama Paris'te zaman ilerledikçe ben bu günü başka bir şehirde de geçirebileceğimi düşünüp, "Ay napceeem ki ben ordaaa??" diye söylenip kendi çapımda Disney Land'ı önemsememeye çalışıyordum ( asıl sebebi Roller Coaster'lardan korkmamdı tabi ki deeee!!) Ama gayet de  eğlendim, beğendim, herkese tavsiye ederim =)

Sabah yine erkenden kalkıp haritada bile gösterilemeyecek derecede bize uzak olan Disney'e doğru yola çıktık. 71 Euroluk( eğlence parkı + studio) biletlerimizi aldııııık ve Mickey'e kavuşmak için var gücümüzle parkın içine daldık. Neden koşuşturduğumuzu halen anımsamıyorum =)Ama ilk space mountain 'a bindik, onu hatırladım. Binmeme konusunda çok ısrarcı davranmıştım ama arkadaşlarım " Gel yaa öle ayrı gayrı olmazzz" diyip beni ikna etmişlerdi. Endişe ettiğim gibi olmadı ama çok acayip beğendiğimi de söyleyemicem. Zaten sağdaki resimden halimi anlayabilmişsinizdir :P Sonrasında da Star Wars a gittik. Uzayda dolandık, durduk. Bir hayli midem bulandı burada. Bir sonraki hedefimiz Karayip Korsanları'ydı!!!Bir bota binip sularda geziniyorduk. Ama burada asıl dikkat çekici şey mekandaki dekorlardı. O kadar gerçekçi hazırlamışlar ki kendimi filmin setinde hissettim. Karanlık sulardan çıktıktan sonra arka arkaya iki roller coaster a bindik. Bir tanesi acayip eğlenceli olan Indıana Jones'tu. Artık adrenalin salgılamaktan başka bir şey yapmayan vücudum :P heyecanın her türlüsüne alışmıştı. Eğlenmenin yanında bağıra çağıra stres de atıyorduk, o kısmı da süperdi :D Studio'ya varmadan önce trene binip korku evine girdik. Tren gayet başarılıydı ama korku evini hiç beğenmedim. Korkmadım yahuuuu :D 


Studio'da bindiğimiz araçlardan ilki Rock'n Roller Coaster'dı. Girişinde AC/DC, Pink Floyd gibi müdavimi olduğum çeşitli grupların plakları, gitarları sergileniyordu. Tam binmeden önce de Aerosmith üyeleri, Jaded parçası eşliğinde bineceğimiz şeyden haberdar olmamız için ufak açıklama yapıyorlardı =)Aslında buna pek gerek yoktu, 586965865 km/sn kare ivmeyle hareket ettiğini görünce nutkumuz tutuldu. Feci çığlıklar eşliğinde yolculuğu tamamladım :D Ama ilk başta ne kadar tedirginsem bittiğinde de tekrar binmek için bir o kadar hevesliydim. =) Sonra yeniden gelmeyi kararlaştırıp, Roller Coaster'dan aşağı kalır yanı olmayan Tower of Terror' gittik ( Az önce nette bu ismi araştırırken bizim Disney'de bulunmamızdan 1 hafta sonra bir çocuğun bu alete binip kötürüm olduğu haberini gördüm :S, ucuz kurtulmuşuz :P) Turgay'ın tutması gereken demiri de tutarak kendimi sağlama aldım ve aracın hareket ettiği tüm süre boyunca çığlık atmaktan yılmadım :)Ama asıl bombanın Nesibe, Işık ve Cengiz'in resmi olduğunu sonradan öğrendik. Nesibe bağırırıp saçları havada uçuşurken diğerleri buna bakıp sırıtıyor :) Yemeğimizi bir fast foodta yedik( fişini kaybettiğim için kendimi affetmicem :P) Sonra tekrar Rock'n Roller Coaster, studio'yu dolaştıran tren, sudaki Roller coaster derken saat 6 ya yaklaşıyordu ve  studio kapanacaktı. Biz de diğer tarafa girip caddelerde takıldık, şatoyu dolaştıık. İnanamayacaksınız ama atlı karıncaya ( Merry Go Round) bile bindik. :):) Bir ara prensesin peşinden şatoya koştuğumuzu da hatırlıyorum :) Ama hemencecik kapıyı üzerimize kapatmışlardı :( Saray insanları hep böle yaa, bir ara Disney Land devrimi de yapmak gerekecek galiba :P:P Gece, diğer Disney Land ahalisi ile beraber Mickey ve arkadaşlarının geçiş törenini beklemeye koyulduk. Baya da kalabalıktı içerisi, öyle ki kameramla doğru düzgün bir çekim yapabilmek için tek ayağımın üzerinde duruyordum. Neyse ki çok geçmeden bizimkiler sahneye çıktı. En ön safta Mickey, ardından Minnie, bir kaç kötü şahıs, kelebekler, periler ve prensesle prens. Bu sıralarda grubumdan uzaktım, sonradan öğrendim ki Mickey geçerken Işık gaza gelip "Mikiiiiiiiiiiii!!!" diye bağırmış, Mickey de ona "Hi there" diyip el sallamış. :):) Güzel bir anı gerçekten :)

Disney Land maceramız böylelikle bitmiş oldu. Yine uzun bir yolculukla gerisin geri merkeze döndük. Diğer arkadaşlar farklı otellere yerleşmek üzere yanımdan ayrıldılar :(  Akşam hep beraber Champs- Elysees'te 30 euroluk şık bir yemek yedik, Bordeaux şarap, beef &potato. Mmmmmmm  =) Yemek esnasında Cem aradı, o sırada Paris'e yeni varmıştı. Otelde rezervasyonunun iptal olduğunu söylemişler ve barınabilmesi için zar zor bir family dorm ayarlamışlar :S:S Aynı sorunu sabah yaşayacağımdan habersiz St-Michel'de bir mekana, vur patlasın çal oynasın eğlenmeye gittim :S

15 Aralık 2011 Perşembe

Fransa Günlükleri -2 Mona Lisa'yı dünya gözüyle görüş ve ışıltılı Eiffel =)

Paris'teki ikinci günümüzde sabah erkenden uyandık. Öncelikle otelin yakınlarındaki bir pastaneden croissantlarımızı ve tartlarımızı aldık. ( Bir de poğaçaya benzer bir şey aldık, adını hatırlamıyorum) Sonra da metromuza binip Tuileries bahçelerine doğru yol aldık. Bu arada Paris metrolarının güzel bir özelliğini de paylaşmadan geçemeyeceğim. Akordeonlu, flütlü pek çok çalgıcı herhangi bir duraktan pat diye girip metro sakinlerine süper müzik şöleni verebiliyor. O sabah da romantik bir parça eşliğinde Eiffel manzarasının tadını çıkardık. Ama her zamanki gibi para vermedik :P

Tuileries bahçelerindeki sandalyelere oturup entel dantel pozlar verdikten ve de Türk gibi yemeklerimizi yedikten sonra :D Louvre'a yöneldik. Sonunda Mona Lisa'yı görebilecek olmanın sevincini yaşıyordum ama müzeyi gezip dolaştıktan sonra cahilliğimden dolayı önceden pek bilmediğim pek çok değerli eserin varlığını öğrenmiş oldum. Girişte müzede görülmesi gereken belli başlı eserlerin resimlerinin ve koordinatlarının bulunduğu bir broşür verdiler. Biz de burada açıklanan eserlere öncelik vererek gezimizi sürdürdük. Bunlar arasında şu anda hatırladığım; Turkish Bath( haremi resmetmişler), Aphrodite heykeli, Napoleon apartmanları, Napoleon'un eşinin taht giymesinin resmi, Jan Van Eyck 'ın (Brugge'da heykelini gördüğümden beri bu adamı seviyom :P) the Virgin of Chancellor Rolin'i, vb.  Bunların dışında daha bir sürü eserin notunu ve fotoğrafını aldım :) Müzede dikkatimi çeken başka bir şey de zamanında Fransız sömürgesi olmuş coğrafyalardan çalınıp çırpılmış tonlarca eserdi. Adamlar piramiti taşımışlar nerdeyse yaa. :S Ayrıca Meksika'dan bile eser vardı ama bulunduğu konum her yöne uzak olduğu için kendisine kavuşmak mümkün olmadı. Son olarak müzeyle ilgili genel yorumum şudur: labirent adeta, eser bulma işi define avı gibi oldu resmen, ama şu ana kadar gezip dolaştığım en sanatsal mekandı. Brüksel'de bulunan ve benim için manevi değeri çok büyük olan  Musical Instruments Museum'dan sonra en beğendiğim müzeydi =) Müze turu bittiğinde bacaklarımı hissedemiyordum :S:S

Louvre civarından öyle kolay ayrılmadık. Cam piramiti tutar, kavrar gibi bir sürü foto çekildikten sonra, hem Paris'e an itibariyle varmış olan arkadaşlarımız Turgay ile Ayça'yı bekleme, hem de biraz soluklanmak için müze bahçesindeki bir cafeye oturduk. Henüz şirketin yemek masraflarımızı karşıladığı tarih aralığında olmadığımız için (14 - 18 Kasım) sadece çay fln aldık ve tedbirli gelmiş arkadaşımız Işığın beraberinde getirdiği balık kraker + benimo ları götürdük =) Çok geçmeden diğer arkadaşlarımızla buluştuk ama onlar müze etrafından biraz daha takılmak istedikleri için Champs Elysees'e onlarsız yürüdük. Champs Elysees  beklediğim gibi çıkmadı =( Buraya daha önce gelmiş arkadaşlarım etrafta çok şık insanlar göreceğimi belirtmişlerdi ama nerdeeeee =( Ben daha çok evsiz tipler gördüğümü anımsıyorum. Tamam, hali vakti yerinde kişiler de vardı ama modayı süper takip ettiklerini söyleyemem ya da ben anlayamadım. Mağazalara girmeyi ihmal etmedik. Özellikle Louis Vuitton'u baştan aşağı dolaştık (Çünkü içine girebilmek için kuyrukta beklemiştik!! ) Turgay'lar da geldiğinde Arch de Triumph'ün akşam halini çektik ve Eiffel'e doğru yürüdük.

Eiffel'e gitmek için bir hayli yol yürüdük, artık son metrelerde gerçekten tükendiğimi hissettim. Gün içerisinde 15 km fln yürümüştük heralde (Louvre ile beraber). Ama sonunda o yüce kuleye vardığımızda ışıl ışıldı. 100 e yakın fotoğraf çekmişimdir heralde. Merdivenlere oturdum ve sadece kuleyi seyrettim. Önümde öpüşen çiftler dikkat dağıtmasına rağmen :):):) Way beee gerçekten güzel bir manzaraydı (Eiffel'i kastediyorum tabiki de :)) Böylelikle Paris'te bir gün daha sonlanmış oldu. Ama içimizdeki heyecanda en ufak bir eksilme yoktu :)

12 Aralık 2011 Pazartesi

Fransa Günlükleri -1 Hızlı Paris turu ve eski dostlarla güzel dakikalar =)

Hiç aklımda yokken birdenbire kendimi Paris'te buluverdim :P Kurban bayramında Fransa'ya gitmeyi planlıyordum hatta Lyon'a bilet bile almıştım( Pegasus'taki indirimden 170 tl ye :D) Ama şirketteki iş yoğunluğundan dolayı bu planı hayata geçirememiştim. Daha sonra, ne büyük şansttır ki 15-17 Kasım tarihleri arasında Cartes fuarı için olan iş gezisine kıl payı dahil oldum :) Geziye beraber gittiğim arkadaşlarla vize işlemlerimiz son dakikada tamamlandı ve 12 Kasım tarihinde sabah 6 uçağıyla Paris semalarına doğru yol aldık.

Paris'e giden ilk posta ben, Işık, Nesibe ve Cengiz 4 lüsünden oluşuyordu. Havaalanından Eiffel Petit Louvre Hotel'e gidebilmek için metro kullanmamız gerekiyordu. Bu konuda şanssızlığımız üzerimizdeydi, neden derseniz, 14 Kasım'a kadar fln havaalanından metro çalışmıyormuş :S Bu sebeple önce havaalanının içinden metrovari bir araçla shuttle a , shuttle la da otelimize kadar gidilecek pek çok line'a sahip Paris metrosuna doğru yol aldık. Paris metrosu gayet geniş bir alanı kapsıyor. Ama maalesef bazı duraklarda ( hatta belki çoğunda ) yürüyen merdiven yok. O yüzden kocaman valizleri vargücümüzle merdivenlerden indirip çıkardık. İlk bindiğimiz metroda Nesibeyle ben 4'lü koltuğa karşılıklı oturduk. Valizlerimizi de haliyle yanımıza koyduk. Ama metro kalabalıklaşmaya başladıkça insanlar yanımızdaki boş koltuklara oturmak istedi. Benim yanıma Bob Marley saç modeline sahip sevimli bir zenci geldi ve valizlerden dolayı koltuğa eciş bücüş oturmasını sorun etmedi. Ancak sonraki istasyonlardan birinden binen, geleneksel Afrika giysilerine sahip+başörtülü bir bey amca Nesibe'ye öfkeyle bir şeyler söyledi. "Neden bu valizleri burada tutuyorsun?" gibi bir cümle olsa gerek. Ama neyse ki Bob Marley onu sakinleştirdi. Kalan yolculuğumuzu da sorunsuz belasız tamamladıktan sonra Dupleicx'e varmış bulunduk. Otelimize yerleştikten hemen sonra da Eiffel'e koştuk :) Burada bir sürü fotoğraf çekildik, kulenin taa tepesine de çıkmak istedik ama (cumartesi günü olmasından dolayı belki de) feci kuyruk vardı. Bunun üzerine başka bir gün tekrar şansımızı denemeyi kafamıza koyup nehir kenarından yürüdük. New York Caddesi gibi bir yer olduğunu hatırlıyorum. Neyse kendi hafızamla övünmeyi bırakıp geziye döneyim :) Sonraki rotamızı Saint Michel - Notre Dame olarak belirledik. St- Michel'de bol bol Yunan restaurantı vardı, hiç kebapçı yoktu =( Polonya'da böyle miydi ah ahhh =) Notre Dame da bayaa ihtişamlıymış doğrusu. Özellikle camlarındaki mavi ışıklı motifler gayet göz alıcıydı. Katedrale yeni çan ekliceklermiş, 2013'e yetiştirmeye çalışıyorlarmış vb. Dini ziyaretten sonra Pompidou tarafına gittik. Pompidou , adını Fransa başkanı Georges Pompidou'dan alıyor. Sanat ve kültür merkezi oluyor kendileri. Not: İçine girmedik :P

Les Halles taraflarında ufak bir geziden sonra Saint Rue Denis'e gittik ve burda falafel restaurantta kebapları götürdük :) Tam o sırada Nicolas ile buluşmaya çalışıyordum, caddenin adını bir türlü doğru söyleyemedim, rezil oldum fln :P Neyse ki sonunda Sephora'nın önünde :P karşılaşmayı başardık. Arkadaş hiç değişmemiş. Halen uzun ve yakışıklı :P:P Çok severim kendisini. Zaten diğer arkadaşlarım da sevdi. Akşam hep beraber St. Michel - St. Germain taraflarında bir bara gittik. Fransa'daki ilk şarabımı burada denedim =)( Ve de ilk süper yakışıklıyı da burada gördümm, barmeniii =P  ) Futboldan programlamaya geniş bir yelpaze hakkında bir kaç hoş sohbetten sonra Nicolas ile sonra tekrar görüşmek üzere vedalaştık. Ayrılırken benle Nesibeyi öpüp erkeklerle sadece tokalaşması da ayrı bir espri kaynağı oldu, eheh =)
Gün bitmek üzereydi ama biz daha bitmemiştik ve Paris turumuza tam gaz devam ettik. Montmarte'ye Moulin Rouge tarafına geçtik. Buranın hep tehlikeli bir erkan olduğunu duymuştum ama bana gayet normal bir yer gibi geldi. Moulin Rouge'a girmeyi çok istiyordum (bayan olmama rağmen =)) Merak ediyordum yani :P Ama kimse girmeye yanaşmadı ühüüü =(. O zaman bari Sacre Coeur'a çıkalım gidelim dedik, teleferik yardımıyla tepeye çıktık, ama daha merdivenler vardı. Merdivenlerden bazilikaya doğru bakarken, bana bir yerlerden tanıdık gelen bir sesin varlığını hissettim. Az daha yakınlaşıp suratını da seçince bir de baktım kii Hintli arkadaşım Vineeth !! Bir arkadaşımı tamamen tesadüf eseri Paris'te bulmanın şaşkolozluğunu yaşadım bir süre. "Beni tanıdın mı?" dedim. Tabi ki de tanıyacaktı =) Beraber İsveç, Danimarka, İtalya turu yapmıştık o kadar =) Sürekli fotoğraflarımızı çektirmiştik kendisine, ehehehe =) Numaralarımızı alıp sonra görüşmek üzere sözleştik ve onu merdivenlerde arkadaşlarıyla beraber bırakıp Ressamlar Tepesi'ne yöneldik. Pek de Ressam yoktu doğrusu, çoğu da süper resmedemiyordu kişileri. Burda bir Heineken patlattık ve artık acayiiiip derecede yorulduğumuzu anlayıp sevgili otelimizin yolunu tuttuk. Bir sonraki günki mutlak hedefimiz Louvre'du =)

4 Aralık 2011 Pazar

I did it my way

Bugün hayatımdaki bir defterimi kapatıp yeni ve güzel bir pencere açmak üzere harekete geçiyorum. Tarihi yazdınız mı bir kenara:P 5 Aralık .. Owww. Bundan böyle her sene bu tarihi kutlarız.:P Cesur ve farklı bir insan olarak hatırlanmam dileğiyle :)
Not: Detayları sonra paylaşacağım :)
Bumerang - Yazarkafe