Hiç aklımda yokken birdenbire kendimi Paris'te buluverdim :P Kurban bayramında Fransa'ya gitmeyi planlıyordum hatta Lyon'a bilet bile almıştım( Pegasus'taki indirimden 170 tl ye :D) Ama şirketteki iş yoğunluğundan dolayı bu planı hayata geçirememiştim. Daha sonra, ne büyük şansttır ki 15-17 Kasım tarihleri arasında Cartes fuarı için olan iş gezisine kıl payı dahil oldum :) Geziye beraber gittiğim arkadaşlarla vize işlemlerimiz son dakikada tamamlandı ve 12 Kasım tarihinde sabah 6 uçağıyla Paris semalarına doğru yol aldık.

Paris'e giden ilk posta ben, Işık, Nesibe ve Cengiz 4 lüsünden oluşuyordu. Havaalanından Eiffel Petit Louvre Hotel'e gidebilmek için metro kullanmamız gerekiyordu. Bu konuda şanssızlığımız üzerimizdeydi, neden derseniz, 14 Kasım'a kadar fln havaalanından metro çalışmıyormuş :S Bu sebeple önce havaalanının içinden metrovari bir araçla shuttle a , shuttle la da otelimize kadar gidilecek pek çok line'a sahip Paris metrosuna doğru yol aldık. Paris metrosu gayet geniş bir alanı kapsıyor. Ama maalesef bazı duraklarda ( hatta belki çoğunda ) yürüyen merdiven yok. O yüzden kocaman valizleri vargücümüzle merdivenlerden indirip çıkardık. İlk bindiğimiz metroda Nesibeyle ben 4'lü koltuğa karşılıklı oturduk. Valizlerimizi de haliyle yanımıza koyduk. Ama metro kalabalıklaşmaya başladıkça insanlar yanımızdaki boş koltuklara oturmak istedi. Benim yanıma Bob Marley saç modeline sahip sevimli bir zenci geldi ve valizlerden dolayı koltuğa eciş bücüş oturmasını sorun etmedi. Ancak sonraki istasyonlardan birinden binen, geleneksel Afrika giysilerine sahip+başörtülü bir bey amca Nesibe'ye öfkeyle bir şeyler söyledi. "Neden bu valizleri burada tutuyorsun?" gibi bir cümle olsa gerek. Ama neyse ki Bob Marley onu sakinleştirdi. Kalan yolculuğumuzu da sorunsuz belasız tamamladıktan sonra Dupleicx'e varmış bulunduk. Otelimize yerleştikten hemen sonra da Eiffel'e koştuk :) Burada bir sürü fotoğraf çekildik, kulenin taa tepesine de çıkmak istedik ama (cumartesi günü olmasından dolayı belki de) feci kuyruk vardı. Bunun üzerine başka bir gün tekrar şansımızı denemeyi kafamıza koyup nehir kenarından yürüdük. New York Caddesi gibi bir yer olduğunu hatırlıyorum. Neyse kendi hafızamla övünmeyi bırakıp geziye döneyim :) Sonraki rotamızı Saint Michel - Notre Dame olarak belirledik. St- Michel'de bol bol Yunan restaurantı vardı, hiç kebapçı yoktu =( Polonya'da böyle miydi ah ahhh =) Notre Dame da bayaa ihtişamlıymış doğrusu. Özellikle camlarındaki mavi ışıklı motifler gayet göz alıcıydı. Katedrale yeni çan ekliceklermiş, 2013'e yetiştirmeye çalışıyorlarmış vb. Dini ziyaretten sonra Pompidou tarafına gittik. Pompidou , adını Fransa başkanı Georges Pompidou'dan alıyor. Sanat ve kültür merkezi oluyor kendileri. Not: İçine girmedik :P
Les Halles taraflarında ufak bir geziden sonra Saint Rue Denis'e gittik ve burda falafel restaurantta kebapları götürdük :) Tam o sırada Nicolas ile buluşmaya çalışıyordum, caddenin adını bir türlü doğru söyleyemedim, rezil oldum fln :P Neyse ki sonunda Sephora'nın önünde :P karşılaşmayı başardık. Arkadaş hiç değişmemiş. Halen uzun ve yakışıklı :P:P Çok severim kendisini. Zaten diğer arkadaşlarım da sevdi. Akşam hep beraber St. Michel - St. Germain taraflarında bir bara gittik. Fransa'daki ilk şarabımı burada denedim =)( Ve de ilk süper yakışıklıyı da burada gördümm, barmeniii =P ) Futboldan programlamaya geniş bir yelpaze hakkında bir kaç hoş sohbetten sonra Nicolas ile sonra tekrar görüşmek üzere vedalaştık. Ayrılırken benle Nesibeyi öpüp erkeklerle sadece tokalaşması da ayrı bir espri kaynağı oldu, eheh =)

Gün bitmek üzereydi ama biz daha bitmemiştik ve Paris turumuza tam gaz devam ettik. Montmarte'ye Moulin Rouge tarafına geçtik. Buranın hep tehlikeli bir erkan olduğunu duymuştum ama bana gayet normal bir yer gibi geldi. Moulin Rouge'a girmeyi çok istiyordum (bayan olmama rağmen =)) Merak ediyordum yani :P Ama kimse girmeye yanaşmadı ühüüü =(. O zaman bari Sacre Coeur'a çıkalım gidelim dedik, teleferik yardımıyla tepeye çıktık, ama daha merdivenler vardı. Merdivenlerden bazilikaya doğru bakarken, bana bir yerlerden tanıdık gelen bir sesin varlığını hissettim. Az daha yakınlaşıp suratını da seçince bir de baktım kii Hintli arkadaşım Vineeth !! Bir arkadaşımı tamamen tesadüf eseri Paris'te bulmanın şaşkolozluğunu yaşadım bir süre. "Beni tanıdın mı?" dedim. Tabi ki de tanıyacaktı =) Beraber İsveç, Danimarka, İtalya turu yapmıştık o kadar =) Sürekli fotoğraflarımızı çektirmiştik kendisine, ehehehe =) Numaralarımızı alıp sonra görüşmek üzere sözleştik ve onu merdivenlerde arkadaşlarıyla beraber bırakıp Ressamlar Tepesi'ne yöneldik. Pek de Ressam yoktu doğrusu, çoğu da süper resmedemiyordu kişileri. Burda bir Heineken patlattık ve artık acayiiiip derecede yorulduğumuzu anlayıp sevgili otelimizin yolunu tuttuk. Bir sonraki günki mutlak hedefimiz Louvre'du =)