Bumerang - Yazarkafe

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Yoksa AMSTERDAM 'ı anlatmadım mı? :)

 DAY 1

NOT: Yazı uzun, ama noluuuur okuyuuuuuuun :P

12 Temmuz sabahı sabah 8 gibi Schipol Havaalanı'na varmış bulunduk, ama yolculuğumuz pek kolay geçmedi. Havada o kadar büyük bir bulut katmanı vardı ki uçak düşüşe geçerken karayı hiç göremeyeceğime dair bir hisse kapıldım. Sonuç olarak ne yazık ki bu yolculuğu da sapa sağlam tamamladık :P

Havaalanında trene atlayıp Central station ın yolunu tuttuk. Vardıktan sonra da 1-2-5 numaralı tramlerden birine atlayıp Keizergracht durağında indik. Buraya kadar hostelin hostelworld sitesinde yazan tarifine uygun hareket etmiştik, ama burdan sonra hangi yöne gideceğimizi kestiremedik. Harita da almamış olduğumuz için ben bir pizzacıya, gitmemiz gereken caddenin nerede olduğunu sordum:Kerkstraat. Almancaya yakın bir okunuşu olduğunu düşündüğümden "Kerkştraat" diye telafuz ettim ilk başta. Ama pizzacı kadın anlayamadı, yanındaki adama sordu. Ben de adama "Where is Kerkstraat" dedim, adam bu cümlemi "Where are the drugs?" şeklinde anlayıp beni şoke etti. =) Ben de "Kerkştraat" diye tekrar ettim. Bunun üzerine adam kadına "Nie rozumiem" dedi. Ben yine şok!! (Nie rozumiem Lehçe'de "Anlamıyorum" demek) yani bu elemanlar Polonyalıymış :) Sanırım bu millet kaderimde var :) Ama iyi ki "Kurwa" falan demedi, çok kötü sonuçlar doğurabilirdi :P

Sonra kadına adresin yazılı olduğu bir kağıdı gösterdim,( ne kadar salağım, neden daha önce yapmadım ki!!)  " aaa Kerkstraat, it is this(!) way" dedi ve gerçekten asrın hatasına imza attı. Öyle aptal bir yola soktu ki bizi anlatamam, sonra ben artık dayanamayıp bulduğum ilk bookstore a girdim ve şehrin cirlop gibi bir map ini aldım. Kasadaki bayana da gitmek istediğim yeri bir güzel anlattım, kadın da bana güzel direktifler verdi, bir kaç paslaşmadan sonraaa --> sonuç: Goool, Hans Brinker Hostel'deyiz !!!!

Ne hostel ama, hiç böyle bir yerde barınmamıştım. Herkes zombie gibi, etrafta nahoş kokular.. Kendimden geçmek için özel çaba sarfetmeme gerek yok :) Odamız temizleniyormuş o yüzden hemen bavulları bırakıp şehri keşfe çıktık. Dolaşırken etrafıma bakınıyorum ve kendime soruyorum "Hava günlük güneşlik, bu gençler sorunlu mu çizme + montla dolaşıyorlar??" Şortumla, sandeletimle bu insanların yanında kendimi, Istanbul'a turist olarak gelip etraftaki abaza tiplerden bihaber şekilde modern kıyafetlerle dolaşan turist kızlar gibi hissettim walla. Tanrım, teşekkürler !!!(dış ses :"sen sonra göreceksin")

İlk gezintilerimizde bir acemilik vardı tabi ki.. Caddelerde boş boş dolandık durduk, haritaya baktık. Tüm yollar nasıl olsa merkeze çıkar mantığıyla hareket ettik. Amaaa eğitimci ablam ne ara gördüyse bir müze bulup beni içerisine sokmayı başardı: Jewish History Museum.  11 euro verip içeri girdik ama iyi ki dolaşmışız. Yahudiler hakkında bilmediğim pek çok şeyi öğrendim. Ayrıca müze çok güzel dizayn edilmişti. Yer yer ekranlar vardı ve her ekranda yahudilerin farklı bir tarih aralığında yaşadıklarına yer verilmişti. Zaten bir sonraki satırlardan anlayacağınız üzere Amsterdam'daki müzeler gerçekten çok bilgilendirici ve etkileyici. Şehri ilerde gezmeyi düşünenlere mutlak önerim Müzelere gidin!!!İstemeseniz de gideceksinizzzz, bardaktan boşanırcasına yağmur yağınca nereye kaçacaksınız görüceeeem :)

Müzeyi gezdik, tozduk. Hayat dışardaydı ve görülmeyi bekleyen çoook yer vardı. Ben tutturdum Dam'a gidelim diye. Ablacım da ne yapsın ben ne dersem ona uyum sağlayacak gibiydi. Yürüdük, yürüdük, yürüdük.Haritadan kaç m kaldığını anlayamadığım için tabelalar yardımıma koştu. 0,7 m. Off dayanamicam. Kanal kenarında otur, sandaletleri çıkar, oh ne rahat :) Ama çok uzun durmak yoook yola devam dedik ve sonunda merkeze yakın bir yerde durduk. Tam o anda bana dank etti, "ya Erdi bir ara city card gibi bir şeyin varlığından söz etmişti, biz mal gibi Jewish museum'a 11 euro baydık!!" Hemen bir hediyelik eşyacıya girdim ve bu kartı nereden temin edebileceğimi sordum. Cevap:Central station. Hay aksi biliyordum!!, bunu da unutmuşum yaa. Tam dükkandan çıkarken önümde bir varlık belirdi. Yok yok bu insan olamaz, eğer öyleyse de benim civarımda olanlardan çoook farklı !! "Sorry, I think I am going the same way with you, you can follow me" bunun üzerine Ben: "%&/()?*  sureee " Genç beyefendi benim dükkandakine sorduğum soruyu duymuş ve hemen gentlemanliğini konuşturup bu kıza yardımcı olmalıyım hissine kapılmış. Hemen dış tasvirine de geçiyorum: Menekşe gözler, siyah saçlar, 1.75-1.80 civarlarında ideal boy, beyaz ten, süper bir aksan. Nereli dersiniz?? Tabi ki de İ-tal-yan !!! Yol boyunca kendi hayatından kesitleri anlatmayı da eksik etmedi. 5 sene İspanya'da yaşamış. Geçen sene Amsterdam'a gelmiş, geldiğinde 30 Nisanmış(o tarihte karnaval gibi bir şey var, kraliçelerini kutluyorlar) etraf mükemmelmiş. Bu şehre aşık olmuş ve burda yaşamaya karar vermiş. Mariott Otel'de çalışıyor. Gentlemanlik o kadar hat safhadaki benden 20 metre öteye koşup bileti alacağım yerin kapısını açtı. İş bu ki, tarafımca karar verilmişti: "Tekrar Amsterdam'a gidileceeeeek, Mariott Otel'de kalınacaaak" =)

Arada yaşadığımız böyle güzel olaylar gezimize renk katıyordu ama bir turist olarak Amsterdam'a gelmişken yapmamız gereken bazı vazifelerimiz vardı. Onları katiyen yerine getirmemiz gerekiyordu. Derhal bir coffeeshop'a oturulacaaak ve lezzetli keklerden götürülecekti. Aynen böyle yaptım. Yaptık demek isterdim ama ablam < > ben. Ya hiç etkisi olmadı desem?? Sıfır yaa. Satıcı çocuk , aman çok strongdur, yok kendine dikkat et gibisinden pek çok öneri de bulundu ama bende bazı katmanlar kalınlaşmış yani onu anladım...

Artık city cardımız da vaaaar, müzelerden, restaurantlardan ve daha gezilip görülecek bilimum yerden indirim sağyalabilirizzzz. O zaman hedefimiz Madame Tussauds'tur ileriiii.. Kafam çok normal bir şekilde müzeyi dolaşmaya başladım ama bir de ne görelim!!!Fotoğraf makinemizin bataryası sizlere ömür!! Hemen müzenin girişinde görevli sempatik gence nerden pil alabileceğimizi sorduk. Alt kattaki müze shopundan alınıyormuş, aşağı inip pilleri aldık sonra tekrar yukarı çıktık. Maalesef müzenin kapanmasına çok az bir zaman kaldığından her tipi göremedik. Oysa ki Obama'yı görmeyi ne çok istemiştim. Ama benim için doruk noktasının Robert Pattison olduğunu belirtmeliyim :)

Müzeyi gezip dolaştıktan sonra dışarda bir yağmur bir yağmur. Hippie gençlerle beraber "singin in the rain" parçasını söyledik :) Sonra da ıslanarak daha fazla eğlenemeyeceğimizi anlayıp üzerinde "Shit Amsterdam is again raining" gibisinden bir şey yazan bir şemsiye aldık. Red light district taraflarına doğru yola çıktık. Yolda donarken, sabah caddede gördüğüm elemanların neden ceket, çizme gibi kışlık giysilerle dolaştığını anladım. Artık ben gülünecek haldeydim...Ama herşeyin bir çözümü vardı ve bir bara girerek bir süreliğine yağmurdan kaçmayı başardık. Kekin üstüne bira içtim. Yine bir şey yok.

Bugün daha ilk günümüz + yağmurlu, diğer günler eğlenceye gideriz mantığıyla çok da geç olmadan hostelimize girdik. Umudumuzu diğer zamanlarımıza bağladık, gerçekten de çok "fırtınalı" anlarımız oldu :S:S:S:S

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Bumerang - Yazarkafe